Türkiye’nin Biyoçeşitliliği ve Yeşil Ekonomi
Prof.Dr.Dudu Duygu KILIÇ
Amasya Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü
ASİAD Akademik Kurul Üyesi
Biyoçeşitlilik terimi son yüzyılda çokça zikredilen terimlerden biri olmuştur. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinde, Biyolojik çeşitlilik, diğerlerinin yanı sıra kara, deniz ve diğer su ekosistemleri ile bu ekosistemlerin bir parçası olduğu ekolojik kompleksler de dahil olmak üzere tüm kaynaklarda, canlı organizmalar arasındaki farklılaşma anlamındadır; türlerin kendi içindeki ve türler arasındaki çeşitlilik ve ekosistem çeşitliliği de buna dahildir, şeklinde tanımlanmıştır. Biyolojik çeşitlilik dört alanda incelenmektedir. Bunlardan ilki genetik çeşitlilik olup, aynı türün bireyleri arasındaki genetik farklılık, anlamına gelir. Tür çeşitliliği, belli bir ortamda bulunan tür sayısını, ekosistem çeşitliliği, bitki, hayvan ve mikro organizma toplulukları ile bunların yaşamlarını sürdürdüğü çevreleri ile etkileyen dinamik yapılır arasındaki farklılaşmayı, İşlevler çeşitliliği ise ekosistem içinde iki ya da daha fazla canlı arasındaki özel ilişkileri açıklar. Biyoçeşitlilik, enerji ve madde döngüsünün sağlanması, oksijen ve besin üretme, canlılara yaşama alanı oluşturma, toprak verimliliğinin sürdürülmesi, biyoremediasyon yöntemleri ile çevre kirliliğinin azaltılması, popülasyon denetimi sağlama, besin, ilaç, yakıt, barınma, ham madde elde etme açısından oldukça önemlidir. Ülkemiz biyoçeşitlilik açısından dünyanın çok özel alanlarından bir tanesidir. Ülkemizin coğrafi konumu itibariyle; Avrupa ve Asya kıtalarının kesişme noktasında yer alması, Akdeniz, İran-Turan ve Avrupa-Sibirya fitocoğrafik bölgelerinin kesiştiği bir alanda bulunması, iklimsel, toprak, topoğrafik ve jeolojik farklılıklara sahip olması ile barındırdığı ekolojik farklılıklar, birçok bitki türünün gen merkezi durumunda olmasını ve zengin bir floraya ve faunaya sahip olmasını sağlamaktadır. Tüm bunlarının sonuç olarak ülkemizde, 161 memeli, 460’ü aşkın kuş türü, 141 kadar sürüngen, 236 tür tatlı su balığı, 480‘e varan deniz balık türüyle, hayvan tür çeşitliliği açısından da çok zengindir. Buruşturulmuş bir kıtaya benzeyen Türkiye’nin bitki türleri bakımından sahip olduğu zenginliği anlamak için Avrupa kıtası ile karşılaştırmak yeterlidir. Tüm Avrupa kıtasında 12.500 açık ve kapalı tohumlu bitki türü varken, sadece Anadolu’da bu sayıya yakın (12.000 üzerinde) tür olduğu bilinmektedir. Bunların yaklaşık üçte biri Türkiye’ye özgü (endemik) türlerdir. Doğa beslenme, sağlık barınma gibi pek çok alanda ham madde kaynağıdır. Bir ülkenin biyoçeşitliliği sürdürebilir kalkınmanın önemli parametrelerinden olup çeşitliliğin fazla olması o ülkenin ekolojik, ekonomik ve kültürel özelliklerini de olumlu olarak etkiler.
Son yüzyılda gelişen endüstri ile birlikte doğanın tahribat hızla artmış durumdadır. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin yanı sıra hava, suyun ve toprağın kirlenmesi vb. olumsuz etkiler tüm canlıların varlığını tehdit altına almaktadır. Bunlardan en fazla etkilenen de biyoçeşitliliktir. Özellikle endemik türler büyük risk altındadırlar. 1900 yıllarında 1,5 Milyar olan insan nüfusu 2021 yılı itibarıyla 7,9 Milyar olup yaklaşık 5 kat artmıştır. Dolayısı ile bu nüfusu bekleyecek, kişi başına yaşam alanı sağlayacak yeryüzü alanı da küçülmüş ve kirlilik o oranda artmıştır. Bu çevresel tehditler ve küresel felaketler tüm insanlığı ve ekonomiyi de etkilemektedir. Son yıllarda çevre ile ilgili yaşanan olumsuzluklar geç de olsa toplumlarda duyarlılığa sebep olmaya başlamış ve üretirken çevre korumaya yönelik ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda çalışmalar ve yeni projeler üretilmeye başlanmıştır. Bunlardan biri olan yeşil ekonomi, Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından, sosyal eşitliği ve toplumsal refahı arttıran ve aynı zamanda çevresel riskleri ve ekolojik kıtlıkları önemli ölçüde azaltan bir yaklaşım olarak ele alınmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma ancak güneş ve rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerji, atıkların geri dönüşümü, finansal sürdürebilirlik, insan ve ekosistem hizmetlerinin devamlılığı ile mümkün olacaktır. Doğadan ayrı bir ekonomi düşünülemez dolayısı ile ekonomik faaliyetleri gerçekleştirirken kullanılan enerjiden başlayarak üretim sonucu oluşan atıkların bertaraf edilmesi yolunda her bir aşamada doğanın menfaati ve çevreye dost yöntemler gözetilmelidir. Ayrıca toplumların tüketim alışkanlıkları da değiştirmeli, tüm alanlarda tasarrufu sağlayacak tedbirler alınmalıdır. Doğayı geride bırakarak ilerlemenin mümkün olmadığı son birkaç yılda bile yaşadığımız küresel felaketler ile insanoğlunun yüzüne çarpmaktadır. Her alanda kalkınmanın ancak doğa ile kalkınma ile gerçekleşeceğini bilinmelidir. Klasik ama çok önemli bir ifade ile insanlar paranın yenmeyeceğini acı bir şekilde yaşamaktadır.
Mevlana’nın dediği gibi ”Sen, çiçek olup etrafa gülücükler saçmaya söz ver. Toprak olup seni başının üstünde taşıyan bulunur”. İnsan doğanın bir parçası olduğunu kabul eder ve ona göre tüm tedbirleri alır ise doğa da hızla buna cevap verecektir